Nutuk

Abdülmecit Efendi, babasının adı dolayısıyla da olsa “Han” ünvanından vazgeçemiyor

Refet Paşa’dan, 20 Kasım 1922’de aldığım şifreli telgrafın birinci maddesinde, Refet Paşa diyordu ki, Abdülmecit Efendi’nin 29 Rebiülevvel tarihli yazısının altında «Halife-i Resûlullah Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn» ünvanının altında «Abdülmecid Bin Abdülazîz Han» imzası kullanılmıştır.

Efendiler, yaptığımız uyarıyı iyi karşıladığını bildirmiş olan Abdülmecit Efendi, «Halife-i Müslimîn» yerine «Halife-i Resûlullah» ve babasının adı dolayısıyla «Han» ünvanlarını kullanmaktan kendini alamamıştır. Birtakım düşünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin’le ilgili demeçten vazgeçtiğini, çünkü «başkasının kötü işlerini dile getirmek şeklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterine ağır geleceğinin aşikâr olduğunu» bildirmiş.

Bu nokta telgrafın ikinci maddesinde yer almıştı. Telgrafın üçüncü maddesi, benim Meclis Başkanı sıfatıyla kendisine, halifeliğe seçildiğini bildiren telgrafıma yazdığı cevap niteliğinde idi. Bu cevapta: «Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne» diye, doğrudan doğruya şahsıma hitap eden bir başlık kullanılmıştı. Dördüncü maddede, İslâm dünyasına duyuracağı bildirir sureti vardı. Bu bildirinin yazıldığı İstanbul’un «Dârül-Hilâfetü’l-Âliyye» olduğu da özenle belirtilmişti.21 Kasım 1922 tarihli bir telgrafta: «Halife-i Resulûllah yerine daha önce de bildirdiğimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir» dedik. Kendisine, halife seçildiğini bildiren telgrafımıza vereceği cevabın şahsıma değil Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na yazılmasını hatırlattık. Yazılarında siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulunduğunu, bunlardan kaçınılması gerektiğini bildirdik.

Efendiler, önemsiz ayrıntılar gibi sayılması pek mümkün olan bu açıklamalarımla işaret etmek istediğim asıl nokta şudur: Ben, şahıs hâkimiyetine dayanan saltanatın kaldırılmasından sonra, başka ünvanla aynı nitelikle bir makamdan ibaret olması gereken hilâfetin de ortadan kaldırılmış olduğunu kabul ediyordum.

Bunun, elverişli bir zaman ve fırsatta açıklanmasını tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi’nin bu gerçekten büsbütün habersiz olduğu iddia edilemez. Özellikle, kendisinin Halife ünvanıyla saltanat sürmesinin imkân ve şartlarını hazırlayıp sağlayabileceklerini hayal edenlerin varlığı düşünülürse, Abdülmecit Efendi’nin ve tabiî taraftarlarının saf ve gafil oldukları zannına kapılmak hiç de doğru olamazdı.