Nutuk

Lozan konferansı görüşmeleri üzerinde mecliste şiddetli tartışmalar

18 Şubat 1923 tarihinde, İsmet Paşa ile Eskişehir’de birleşerek Ankara’ya beraber geldik. Efendiler, İsmet Paşa Ankara’ya dönerken, benim de geziden dönmekte olduğum anlaşılınca, Ankara’da tuhaf ve anlaşılmaz bir zihniyet belirmiş… İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelip, Hükûmet’le ve Meclis’le temas etmeden önce, benimle buluşup görüşmesi sakıncalı sayılmış… Böyle bir görüşmeyi kötüye yoranlar olurmuş…

Bu hususu bana yazan, Hükûmet Başkanı bulunan Rauf Bey’di. Tabiatiyle bu yazıya önem vermedim. Aksine, İsmet Paşa ile bir an önce görüşebilmek için, gezilerimizi Eskişehir’de buluşabilecek şekilde ayarlattım. Ankara’ya gelişimizden sonra, İsmet Paşa kabinede durumu açıkladı ve yeni bir talimat istedi.

Meclis’in görüşünü alma gereği duyuldu. Konu Meclis’e getirildi. Meclis’te bu konu üzerinde günlerce ve günlerce süren görüşme ve tartışmalar yapıldı.

Anlaşıldığına göre, muhalifler, Delegeler Hey’eti’mize ve İsmet Paşa’ya amansız düşman kesilmişlerdi. Sözde, barış olmuşken, İsmet Paşa yapmamış, geri dönmüş… Delegeler Hey’eti, Bakanlar Kurulunun talimatına aykırı hareket etmiş…

27 Şubat 1923 gizli oturumunda başlayan saldırılar, 6 Mart 1923 gününe kadar şiddetli ve heyecanlı bir şekilde devam etti. Tartışmalara, başından sonuna kadar ben de katılmak zorunda kaldım.

Muhalifler, âdeta ne istediklerini bilmez bir durumdaydılar. Meclis’in olumlu veya olumsuz bir karar vermesi imkânsızlaştı. Bizim açık olarak anladığımız şuydu ki, muhalifler, barış konusunu, Meclis’te ihtiraslarına vasıta yapmak istiyorlardı.

Efendiler, bazı basın çevreleri de, bu ihtirasları şaşılacak derecede ve ateşli bir şekilde, alabildiğine körüklüyorlardı. Bu ruh hali içinde bulunan bir Meclis’le, barış konusunu bir sonuca bağlamanın güç olacağını görmek tabiî, fakat üzücü idi.

Meclis’te yaptığım genel açıklamalarla, durumun her noktasını söyledim. Bütün ihtimallerden söz ettim. İtilâf Devletleri delege hey’etlerinden bazılarının memleketlerine dönünce verdikleri demeçleri gerçek sayıp, temel alarak, Delegeler Hey’eti’mize hücum etme politikasının beğenilecek bir şey olmadığını söyledim. Delegeler Hey’eti’mizi dinlemek, onun söyleyeceklerine inanmak ve durumu ona göre değerlendirmek gerektiğini bildirdim.

Delegeler Hey’eti’mizin, Hükûmet’in vermiş olduğu talimata aykırı hareket edip etmediğini söylemek yetkisinin, Meclis’te hazır bulunan Hükûmet üyelerine ait olduğunu söyledim.

Sonunda, dedim ki, Delegeler Hey’eti, Hükûmete karşı sorumludur. Meclis, Hükûmet’e yeni bir yön vermek zorundadır. Bu yön çerçevesinde, Hükûmet, Delegeler Hey’eti’ne özel bir talimat verir. Meclis’in ayrıntılarla uğraşmasına gerek yoktur ve uğraşamaz da.

Verilecek yönle ilgili görüşümü de şöyle ifade ettim: «Şimdilik Musul meselesinin ertelenmesinden söz etmemek üzere ve fakat idarî, siyasî, malî, iktisadî ve diğer konularda millet ve memleketin haklarını ve istiklâlini tam ve güvenilir bir şekilde elde etmek ve düşmandan kurtarılmış olan topraklarımızın kesin olarak boşaltılmasını şart koşmak esastır.»

Düşüncelerime şunu da ilâve ettim ki: «Delegeler Hey’eti’miz, kendisine verilen görevi tamamen ve mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Milletimizin ve Meclis’imizin şerefini korumuştur. Eğer barış konusunda iyi bir sonuç almak istiyorsak, Delegeler Hey’eti’ne Meclis tarafından da manevi güç verilerek çalışmalarına devam ettirilmek gerekir.

Böyle hareket ederseniz, bir barış dönemine girmenin mümkün olduğundan ümitlenebiliriz.»

Meclis’in, bu konu üzerindeki tartışmaları durdu. Fakat, muhalifler, hücum için yeni sebepler yaratmaktan bir türlü kendilerini alamıyorlardı.